11 Ağustos 2018 Cumartesi

YERALTI


YERALTINDAN NOTLAR HAKKINDA      
   

             GİRİŞ

            Romanın ortaya çıkışı Avrupa’nın Rönesans’la yaşadığı büyük dönüşümle yakından ilgilidir. Bu dönüşüm, feodal dönemdeki sınıf yapısının yarattığı, toplumda içten içe başlayan bir değişimi ve burjuvazinin ortaya çıkışını içerir. Burjuvazinin yükseliş nedenleri romanın felsefesinin oluşumunda etkili olmuştur.
            Roman, yeni dünya düzeninin, bilgiyle donanmış, görünen gerçekliğin dışında olanı şüpheyle karşılayan insanın bir birey olarak kendi başına kalışından kendini dışa vurmanın yolu ve biçimi olmuştur.[1]
            Romanın altın çağı olarak kabul edilen 19. yüzyıla damgasını vuran büyük isimlerden biri de şüphesiz Dostoyevski’dir. 1821-1881 yılları arasında yaşayan Dostoyevski, felsefe ve psikolojiye olan katkılarının yanında Varoluşçuluk düşüncesinin de öncüsü sayılmıştır. İnsanın gizli kalmış yönlerini, kendi halkından yola çıkarak evrensel değerler çerçevesinde inceler. Yazarın Sibirya’ya sürgün olarak gönderilmesinin sonucu olarak fikirlerinde, dolayısıyla edebi görüşünde büyük değişiklikler olmuştur. Din ve ahlaki açıdan yaşadığı büyük dönüşümler, onun romanlarında yankısını bulur.
            Stefan Zweig, Dostoyevski için; Kim kendini tanıyorsa onu da iyi tanıyordur[2], der. 1844’te İnsancıklar romanıyla edebiyat çevrelerinde tanınmaya başlar. Dönemin ünlü eleştirmeni Belinski, Gogol’ü de geçecek… Bundan önceki bütün edebiyatı gölgede bırakacak bir dehayla karşı karşıyayız. Sözleriyle Dostoyevski’nin büyük başarısını öngörmüştür.
            Dostoyevski’nin romanlarındaki olayların meydana geldiği mekânlar kendi aralarında çatışmalı ve gerilimli iki düzlemden oluşmaktadır. Bu çatışma halinde olan mekânlardan biri “yeraltı” diğeri ise kimi durumlarda yeraltına kaynaklık eden ama gerçekte ona karşıt, boşluktan ziyade dolulukla yüklü olan “şölen” alanıdır. Şunu da belirtmek gerekir ki yeraltının çatışma halinde olduğu karşıt mekânla olan sınırları birbirinden kesin çizgilerle ayrılamamaktadır. Dostoyevski’nin romanlarında hor görülen, aşağılanan ve ezilen sıradan insanların kendilerine kötü davranan ya da kendilerini yok sayan insanlardan uzaklaşıp çekildiği bu köşe, karanlık ve puslu, havasız ve basık, son derece pis, kiralık odalardır. Rutubetli ve mezardan farksız bu izbe odalarda kanayan yaralarını dindirmeye çalışan bu insanların yaraları sonuna kadar mağrur oluşlarıyla ilişkilidir.[3]

                  Yeraltından Notlar Üzerine Bir Tahlil Denemesi

            1864 yılında yayımlanan roman şekil itibariyle iki ana bölümden oluşur. Yeraltı adlı ilk bölümde, kırk yıl “yeraltı” adını verdiği evinde, kendi evreninde yaşayan ana karakterin fikirleri derinlemesine açıklanır. Bu ana bölüm de kendi içerisinde on bir alt bölüme ayrılır. Bu alt bölümlerin sayfa sayıları hemen hemen birbirine eşittir. Kitabın ikinci ana bölümü ise, Sulusepkene Dair adını taşır. Yer altı adamının kendi dünyasına kapanmadan önce yaşadığı bazı olayların anlatıldığı bu bölüm ise on alt bölüme ayrılır. Alt bölümler sayfa sayıları bakımından belirgin farklılıklar göstermez. Ana bölümlerin sayfa sayılarına bakıldığında, ilk bölüm olan Yeraltı’nın kırk bir sayfa, Sulusepkene Dair adlı bölümün ise doksan dört sayfa olduğu görülür. Fikir ağırlıklı ilk bölüm, olay ağırlıklı ikinci bölümün yarısından daha azdır. Yeraltı bölümünün girişinde, yazarın aşağıdaki notu önem taşır,
            Gerek “Notlar” yazarının, gerek “Notlar”ın tamamen hayal mahsulü olduğu şüphesizdir. Bununla beraber, çevremizdeki insanlar üzerinde biraz düşünülürse, bu notların yazarı gibi şahısların aramızda bulunmasının yalnız mümkün değil, muhakkak olduğu anlaşılır. Ben sadece pek yakın bir zamanın sıradan bir tipini daha açık olarak kamu huzuruna çıkarmak istedim. Bu, henüz hayatta olan kuşağın tiplerinden biridir. “Yeraltı” adı verilen bölümde bu şahıs kendisini, fikirlerini tanıtırken, neden muhitimizde yer aldığını ve bunun neden kaçınılmaz olduğunu açıklamak ister gibidir. İkinci bölümdeyse, bu şahsın hayatına ait bazı olayları anlatan gerçek “Notlar” yer almaktadır. Fyodor Dostoyevski[4]
            Sulusepkene Dair isimli ikinci ana bölümün girişinde ise, N. A. Nekrasov’un bir şiirinden yapılmış bir alıntı vardır. Ruh, kötülük ve vicdan kavramlarının yoğunlukta olduğu şiir, romanın sonuyla da yakından ilişkilidir.
            Romanda, sebep-sonuç ilişkisiyle birbirine bağlanmış olayların bütününe olay örgüsü denir. Forster’a göre, romanı roman yapan, kişilerin gizli duygu ve düşüncelerini de ele alabilmesidir.[5] Yeraltından Notlar’da da ilk bölüm tamamen, merkezi şahsın kişisel fikirlerini içerir. Toplum ve insanlara dair düşünceleri, hisleri ve özel yaşamıyla şahsın tanıtıldığı bu bölümde herhangi bir olay bulunmaz. Esasında, birinci ana bölüm ikinciyi kapsar niteliktedir. Çünkü kahraman, kendinden bahsettikten sonra daha önce yaşadığı bazı olayları bu bölümde anlatır. Dolayısıyla, ikinci bölümün hemen hemen hepsi bir çerçeve hikâye özelliği taşımaktadır. Olay örgüsüne bakıldığında, üç belirleyici olay göze çarpar. Bunlardan biri, diğerlerinden bağımsız olup yer altı adamının yirmi dört yaşındayken başından geçen bir olaydır. Diğer ikisi ise, birbiriyle bağlantılıdır. Yeraltı adamının hastalıklı gururu ve aşağılanmışlık hissiyle bağıntılı olan ilk olay kahramanın bir subaya her karşılaştıklarında yol vermesiyle başlar. Bu durumu kendi zihninde büyütüp bir hakaret boyutuna taşıyan yeraltı adamı yaklaşık iki sene boyunca söz konusu subaydan intikam almaya çalışır. İkinci olay, yer altı adamının arkadaş çevresiyle alakalıdır. Arkadaşlarından nefret etmesine rağmen, küçük görüldüğünü bildiği için onlarla birlikte bir kutlamaya katılarak elinden geldiğince kendine göre intikam almaya çalışır. Üçüncü olay, buna bağlantılı olarak, yer altı adamının arkadaşlarıyla birlikte gittiği yemekten sonra, onları takip etmek için gittiği bir randevu evinde tanıştığı Liza’yla olan ilişkisidir. Kahraman, Liza’yı kendinden küçük gördüğü için, diğer insanlara olan nefretinin acısını ondan çıkarmaya çalışır.
            Öykü, “olayların zaman sırasına göre düzenlenerek” anlatılmasıdır. Olay örgüsü de olaylar üstüne kurulur, ancak burada üstünde durulan nokta, olaylar arasındaki neden sonuç ilişkisidir.[6]
            Bu durumda, ikinci ana bölümdeki öykünün, birinci ana bölüme neden olduğu söylenebilir. Sulusepkene Dair kahramanın mizacını belirleyen olayların birkaçını ihtiva eden bölümdür. Bu olaylar, kahramanın yeraltına bir daha çıkmamak üzere kendini kapatmasının nedenleridir.
            Romanın ana karakteri, elbette ki, yeraltı adamıdır. Romanda adı geçmeyen karakter, Dostoyevski’nin yaratmış olduğu bir anti-kahraman özelliği taşır. Kendini, kötü, suratsız, eğitimli, karaciğer hastası, inatçı, kırk yaşında, yirmi yıldır hasta olan eski bir memur sıfatlarıyla tanımlar. Ana karakter, kabadır, kaba olmaktan zevk alır. Petersburg’da yaşar. Kitabın ikinci ana bölümünün son ara bölümünde yeraltı adamı vasıtasıyla kahramanın niteliği açıklanır;
            Yani bu, edebi bir eserden ziyade günahlarımın kefaretini ödemek oldu. Bir köşeye çekilip ahlak bozukluğumla bütün bir ömrü nasıl heba ettiğimi, kötücül, boş gururum yüzünden yaşayan âlemle her türlü bağı keserek nasıl yeraltına çekildiğimi uzun bir öykü gibi anlatmanın hiçbir ilginç yanı yok elbette; hem romanda bir kahraman olmalıdır, halbuki benimkinde bir kahramanın tersi olan ne kadar özellik varsa kasten bir antikahramanda toplanmış.[7]
            Metindeki ikinci önemli karakter ise, yeraltı adamının öfkesini yöneltebildiği tek kişi olması yönüyle Liza’dır. Genç bir fahişe olan Liza, yeraltı adamıyla tanıştıktan sonra, onun sözlerine inanarak, yaşadığı hayattan kurtulabileceğine inanır.
             Metindeki diğer kişiler, yer altı adamının nefretinin büyük bir kısmını üzerlerinde toplayan uşağı Apollon ve eski okul arkadaşı Zverkov’dur. Simonov, Ferfiçkin ve Trudolyubov ise, geri plandaki kişiler olarak metinde yer alır.
            Yeraltından Notlar, 1864 yılında, Epoha (Çağ) dergisinin Ocak, Şubat, Nisan sayılarında yayımlanmıştır. Metinde reel zaman 1864 yılıdır. Bu tarihte romanın ana karakteri kırk yaşındadır. Kitabın tamamında bu tarihten söz etmek yanlış olmaz. Romanın ikinci bölümündeyse, geçmişe gidilir. Sulusepkene Ait adlı ana bölümün ilk ara bölümünde yer altı adamı yirmi dört yaşındadır. Aynı bölümün sonunda aradan iki sene daha geçmiş ve karakter yirmi altı yaşına gelmiştir. Yani ikinci bölümde yer alan olaylar 1848 yılında başlar, aradan iki sene geçer. Birinci ara bölümden sonra ise zamana dair herhangi bir ipucu görülmez. Yer altı adamının arkadaşlarıyla buluştuğu zamanın okuldan mezun olduktan üç sene sonra olduğu söylenir. Bunun dışında, yer altı adamının arkadaşlarıyla buluştuğu ve Liza’yla tanıştığı geceden sonra en az üç gün geçer.
            Romanda geniş mekân Petersburg’dur. Bunun en önemli sebebi, Dostoyevski’nin birçok romanında olduğu gibi, bu romanda da moderniteye ve batıya bakış açısıdır. Batılılaşma ve modernitenin Rusya’daki en somut temsili Petersburg’dur. Rusya’nın batılılaşmasına karşı bir yazar olan Dostoyevski, bu romanda da mekân olarak, yapay bir kent olan Petersburg’u seçer. Dar mekânlar, elbette ki yeraltı adamının evi, arkadaşı Simonov’un evi, arkadaşlarıyla gittikleri restorant ve Liza ile tanıştığı randevu evidir. Mekân seçimi, Dostoyevski’de ruh durumuyla oldukça ilintilidir. Bu romanda da yeraltı adamının karanlık ve kötücül mizacıyla ilişkili olan dar, kasvetli ve karanlık mekânlar tercih edilmiştir.
            Romanda birinci tekil kişi anlatımı kullanılır. Anlatılan her şey, yeraltı adamının okuyucuya söyledikleridir. Olaylara ve dünyaya onun bakış açısından bakılır. Birinci bölümde, kahraman düşüncelerini, ikinci bölümde ise bu düşüncelerle ilişkili olarak başından geçenleri anlatır. Metin bu yönüyle otobiyografik özellikler taşımaktadır. Ayrıca, metinde iç monolog tekniğinin de kullanıldığını söylemek yanlış olmaz. Ana karakter her ne kadar okuyuculara hitap etse de notları kendi için, kendi günahının kefaretini ödemek için yazar. Okuyuculara hitap, sadece üslup özelliğidir. Zihnindekileri kâğıda döker. Zaman zaman yazdığı bir cümleden vazgeçer, onu düzeltir ya da ayrıntılı olarak açıklar.

               SONUÇ

            Dostoyevski klasik romanın en büyük ve önemli isimlerinden biri olup, modern romana da kaynaklık etmiştir. Yeraltından Notlar, reel dünyadan kendini soyutlamış, bunu huzurlu olmak için bir kurtuluş saymış bir adamın iç çatışmalarını, dünyadaki yerini ve hezeyanlarını anlatırken; 19. yüzyıl Rus aydınına, moderniyete, batı hayranlığına büyük eleştiriler getirir.
            Yeraltından Notlar, Dostoyevski’nin en büyük yapıtlarına fikir yönüyle ışık tutmuş, kaynaklık etmiştir. Diğer romanlarında işlediği felsefi, psikolojik temelli konuların Notlar’da yoğun olarak işlenmiştir. Dostoyevski’nin romanları her ne kadar klasik olarak kabul edilse de modern edebiyata önemli katkılar sağladığı, kapılar açtığı muhakkaktır. Bu romanda da felsefe, özgür irade, kötülük, bireyin yalnızlaşması ve yabancılaşması derinden işlenir. Varoluşçuluk düşüncesine ve bu felsefenin temellendirdiği edebiyata çok önemli veriler sağlamıştır. Albert Camus başta olmak üzere, birçok varoluşçu edebiyatçıyı ve düşünürü etkileyen bu kısa roman, Dostoyevski’nin yaşamından da izler taşır. Onun bu romanı, kırk yaşındayken yazdığı da bilinmektedir.
            Büyük gururu ve aşağılanmışlık hissinin bir bünyede var olmasının doğal neticesi olarak yeraltı adamı, tüm insanlıktan, özellikle kendinden nefret eder. Böylece, kimseye tahammül etmek zorunda kalmadığı, kendi dünyasına, yeraltına çekilir.
            Yeraltından Notlar’da dikkat edilmesi gereken bir diğer konu ise, modernite eleştirisine bağlı olarak gelişen insanın rasyonel bir varlığa dönüştürülmesinin saçmalığıdır. Dostoyevski, bilimsel verilerin kesinliğinin ve aklın insanın özgürlüğüne müdahale ettiği görüşündedir. Eğer her şey bilime indirgenirse, insanın özgürlüğünden söz edilemez.



DİPNOTLAR

[1] Nihayet Arslan, Türk Romanının Oluşumu: Dış Gerçeklik Açısından Bir İnceleme, Phoenix Yayınevi, Ankara 2007, s.17.
[2] Stefan Zweig, Üç Büyük Usta Balzac-Dickens-Dostoyevski, Çev. Nafer Ermiş, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 11. Basım, İstanbul 2012, s.86.
[3] Nietzche ve Dostoyevski’de İnsan Problemleri
[4] Fyodor Mihayloviç Dostoyevski, Yeraltından Notlar, Çev. Nihal Yalaza Taluy, 8. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013, s.1.
[5] E. M. Forster, Roman Sanatı, Çev. Ünal Aytür, Milenyum Yayınları, İstanbul 2014.
[6] Forster, a.g.e, s.25.
[7] Dostoyevski, a.g.e, s.138.



KAYNAKÇA
1. BAHTİN, Mihail Mihailoviç, Dostoyevski Poetikasının Sorunları, Çev. Cem Soydemir, Metis Yayınları, İstanbul 2004.
2. DOSTOYEVSKİ, Fyodor Mihayloviç, Yeraltından Notlar, Çev. Nihal Yalaza Taluy, 8. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2013.
3. FORSTER, E. M, Roman Sanatı, Çev. Ünal Aytür, Milenyum Yayınları, İstanbul 2014.
4. ZWEIG, Stefan, Üç Büyük Usta Balzac-Dickens-Dostoyevski, Çev. Nafer Ermiş, 11. Basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012.

26 Temmuz 2018 Perşembe

Sahnenin Dışındaki Cemal



 "Sahnenin Dışındakiler" Romanının İncelemesi


“sen de gittin gelmeyecek şeylerin dünyasına gömüldün; 

bir daha dönmen, güneşi görmen imkânsızdır.” 

Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler 

Anadolu’da süren Kurtuluş Savaşı ve İstanbul’daki halkın farklı kesimlerinden insanlarının farklılaşan hayatları ve bu mücadeleye olan duruşlarını işleyen roman, 1950’de Yeni İstanbul gazetesinde tefrika edildikten sonra 1973 yılında kitap olarak yayımlanmıştır. Tanpınar söyleminin ayrılmaz parçaları olan detaylı karakter analizleri ve mukayeseli görüşler romanda önemli yer tutar. Millî Mücadele dönemi İstanbul’u, başkarakter Cemal’in bakış açısıyla yansıtılır. Siyasi meselelerin oldukça önemli yer tuttuğu bir dönem romanı denilebilir Sahnenin Dışındakiler için. Romanın akışına katkıda bulunan kişiler “sahnenin dışında”, yani İstanbul’dadır. Sahne ise Anadolu’dur.  

Millî Mücadelenin farklı cephelerden görünümleriyle anlatıldığı romanın en önemli karakteri Cemal’dir. Olaylar, onun bakış açısından, yazdıklarından öğrenilir. Cemal, Tanpınar’ın romanlarındaki birçok karakter gibi “eşik”tedir. Kararsız, olayların akışına kapılıp giden, pişmanlıklar yaşayan, tam da bu yüzden gerçek ve içimizden biridir. Onun bu karakterini açığa çıkaran kişi de romanın öne çıkan karakterlerinden Sabiha’dır. Sabiha, Cemal’in aksine, olaylara hâkim olmak isteyen, ne istediğini bilen ve harekete geçmekten çekinmeyen bir karakter olarak görülür. Cemal, çevresine itaat eden, hayatına sahip olmadığını hissettiren duruşunu hayalinde eleştirirken, “Hiç kendini denemeyecek misin? Ne olduğunu, kim olduğunu öğrenmeden mi öleceksin?”1 sorusunu Sabiha’nın, kendine yönelttiğini düşünür. Millî Mücadele döneminde geçen romanda, Cemal’in bu mücadelenin içinde bulunması da tam anlamıyla kendi rızasıyla olmaz. O, yakınlarının, özellikle İhsan’ın yönlendirmeleriyle kendini bir oluşumun içinde bulur. Anadolu’ya gitmeyişinin sebebi zayıf bünyesi olan Cemal’in İstanbul’a gelişinin nedeni ise Tıp Fakültesi’ne başlayacak olmasıdır. Fakat Cemal; İhsan ve mücadelenin öne çıkan isimleriyle birlikte kendini birçok olayın içinde bulur. Cemal’in İhsan’la olan münasebeti de hayli ilginçtir. Cemal, kendine onu model alır. Hatta âşık olduğu Sabiha’yı kendinin değil de İhsan’ın hak ettiğini düşünür. Hayatta pasif olduğunu kendi kendine itiraf etmekten çekinmeyen bir karakterdir Cemal: “Ben bütün ömrüm boyunca proje kurmuş, tasarlamış, onların vücut bulma hayalleriyle yaşamış bir adamım.”
Cemal’in zamana ve geçmişe bakışı da onun karakteri hakkında ipuçları verir. Geçmişe bugünden baktığı için, onu çok daha etkileyici bulur. Çünkü, geçmiş kaybedilmiştir. Onun geri dönüşü yoktur. Romanda da geçmiş zamana dair hikayeler anlatan insanları dinlemekten büyük zevk aldığı görülen Cemal’in şahsında yazar, zamanı eşya üzerinden somutlaştırır, hatta kişileştirir. Buna en önemli örnek, Elagöz Mehmet Efendi Camii’dir. Caminin halini gören Cemal, zamanın soyut tahribatının cami üzerinde müşahhaslaştığına şahit olur: “Yalnız bir şeye müteessir oldum. Evimizin karşısındaki Elagöz Mehmetefendi Camii de beraberce yok olmuş. Bu cami on yedinci asır başında yapılmış çok şirin bir eserdi. Fakat ayakta kalması, yıkılmaması için hiçbir gayrette bulunmadığıma göre bu teessürümden fazla bahsetmeğe hakkım yok.”3  

Cemal’in tarihe bakışı ise objektif denebilecek kadar eleştireldir. Altı yüz yıllık bir mazinin, bazı hataları telafi edemeyeceğinin farkındadır. Hadiselerin eşyada bıraktığı etkiler üzerinden yola çıkar, tarihe bakarken. Gelmeyecek şeylerin arkasından yas tutmak ona gizli bir haz verir gibidir. Sabiha’nın annesi Sündüs Hanım’da bu fikirlerin yansımasını görürüz. Sündüs Hanım’ın maziyi özleyişi, onun daha iyi, güzel oluşundan değildir. Geçmiş, şimdiki hayatından daha kötü olsaydı da Sündüs Hanım mutlu olamayacaktı. O sürekli mazi ile hal’i mukayese edecekti. Cemal de Sündüs Hanım’daki bu durumu bildiğinden ona sempati duyar.  

Anadolu’da Millî Mücadele için savaşan insanları da Alaiyeli Ahmet’in bünyesinde birleştirir Tanpınar. Alaiyeli Ahmet, Cemal’in çok etkilendiği, yaşadığı türlü felaketlere rağmen hayata umutla bakabilen biridir. Cemal’in kendine model aldığı kişilerden biri İhsan ise diğeri Alaiyeli Ahmet olmalıdır.  

Romanda, Cemal’in içinde bulunduğu olayları yazdığı söylenir. Hadiseleri naklederken, ileride yaşanacakları da okuyucuya aktarır karakter. Zamana sahip olmaya çalıştığı izlenimini bırakır bu durum. Fakat, aynı zamanda, zaman karşısında hiçbir şansı olmadığının da bilincindedir Cemal: “Fakat birdenbire gecenin sessizliğini saat sesleri yıktılar. Evin hemen her tarafından zaman kendini ilân ediyordu. Beyhudedir, diyordu, bütün bu ıstıraplar, unutmalar ve hatırlamalar, ben varken hepsi beyhudedir!”4

Cemal’in hem sosyal hem ferdi anlamda sahnenin dışında olduğu söylenebilir. Sosyal manada, Millî Mücadele’ye fiilen katılmadığı, İstanbul’daki olaylarda da kısmen edilgen kaldığı için; ferdî olaraksa birey olma macerasında hem ikilemde bulunduğu hem de “kendi hayatına istikamet verecek bir fikri”5 bulamadığı için sahnenin dışındaki en önemli karakterdir. Sabiha’ya olan aşkı için de bir eylemde bulunmaz Cemal. Ailesi mahalleden ayrılırken, babası onu yatılı mektebe yazdırmayı teklif eder. Ama Cemal bunu kabul etmez ve Sabiha’yı büyük bir kalp kırıklığıyla ardında bırakır. Sabiha, Cemal’deki bu edilgenliği çok önce anlamıştır. “Sizler, arkasından ağlamak için seversiniz?” der Cemal’e, onun gitme ihtimali yokken. Cemal ise bu cümlenin ne demek olduğunu Sabiha’yı gerçekten kaybettiğinde ve onu kazanmak için bir şey yapamadığında idrak eder.  

Cemal’in Millî Mücadele taraftarı sesi, İhsan’da duyulur. Cemal de İhsan gibi net fikirlere ve fikirlerinin uygulama gücüne sahip olmak ister ama her zaman “seyirci” kalacağının da farkındadır. Siyasi fikirler, Cemal’in objektif tutumu sayesinde mukayeseli olarak okuyucuya sunulur. Bir tarafta halkın İstanbul hükümetine olan vefası söz konusudur: Altı asırlık bir mazi. Diğer tarafta da düşman işgaline direnen, pasif bırakılmış hükümetin yapamadığını yapan mücadeleciler. Cemal ise, anlatıcı olarak, bu ikilemi en gerçek haliyle yansıtır: “Hakikaten bir şey yapıyorlar mıydı? Yoksa sadece birkaç kişi toplanmış, gizli cemiyet oyunu mu oynuyorlardı?”

Zaman, geçip gittiğinde değer kazanır. Bu, romandaki en belirgin gerçektir. Tanpınar’ın kişisel görüşü de bu yöndedir. Geçmiş zaman, Cemal’i de hep bir ucundan yakalar. Mahallemize girer girmez, sanki hiçbir tarafından henüz kopmadığım geçmiş zaman beni yakaladı.7 Bu hal ise bir “vehim” olarak nitelenir. Fakat içimde artık deminki geriye dönmüş zaman vehmi yoktu.8 Cemal’ e geçmiş zamanı hatırlatan en önemli unsurların başında musikî gelir. Tanpınar’ın diğer romanlarında önemli bir yer tutar musikî. “Alaturka musikîyi sevmeğe ve hatta biraz anlamağa başlamıştım. Onda, Elâgöz Mehmetefendi Camii’nin tenha ikindi saatlerinde Sabiha ile beraber bir camın arkasından dinlediğimiz mukabelelerden başlayarak bütün çocukluğumu, benim için o kadar aziz olan bir yığın şeyi birden buluyordum.”9 Kendi tıynetinin bilincinde olan Cemal, her şeye geçmişten baktığının da farkındadır. “Çünkü ben bir mâzi aynasından, benim olmayan bir aynadan, benim olmayan bir yığın aynalardan hayata bakıyorum!”10 Cemal’i geçmişe bu denli sıkı bağlayan kişi Sabiha’dan başkası değildir. Bu durumda Cemal’in yaradılışının ne kadar payı varsa Sabiha’nın da bir o kadar payı vardır. “Ona her baktıkça kendimi, bütün hayatıma tasarruf eden bir mâzinin bağlarıyla bağlanmış görüyorum.”11 Bunların yanında mâzi, istenmeyendir de çoğu zaman. Nasır Paşa’nın evinde, Cemal’in de tanık olduğu geçmişi tasfiye ediş romanın çok önemli kısımlarındandır. Nasır Paşa, onun için tehlikeli olacak evrakları yakmak niyetindeyken geçmişi temsil eden her şeyi yakar. Ateşe atılan mektupların, fotoğrafların ardı arkası kesilmez. Ateşin yok ediciliği her ikisinde de hastalıklı bir his uyandırır. Geçmişin yanıp yok olması ikisinin de sevinmesine, memnun olmasına neden olur. Fakat ateşin aslında hiçbir şeyi yok etmediğini, bunun bir oyun olduğunu, asıl hayatın devam ettiğini anlaması uzun sürmez Cemal’in. “Halbuki her şey, hepsi duruyor. Bir ömür tasfiye edilmiyor.”12 

Sahnenin Dışındakiler, tamamlanmamış bir roman; kişiler arası ilişkiler ve karakterlerin maceraları da öyle. Roman boyunca açılan hikâyelerin çoğunu yarım bırakarak ani bir sonla biter Sahnenin Dışındakiler.”13 Bununla birlikte, çok katmanlı ve edebi açıdan çok zengin bir romandır. Romanın bütünlenememişliği, karakterlerin içinde bulunduğu koşulların bütünlükten uzak olmasından kaynaklanır. Derli toplu bir biçimde öyküsünü anlatamaz Cemal; onun öne çıkan en önemli özelliği arada kalmışlığıdır. Bu nedenle de gerçekçi bir karakterdir aslında. Romandaki model şahısların aksine, modern insan olmanın dezavantajını en somut şekilde gösterir okuyucuya Tanpınar. Cemal, hareket karşısındaki aydın kişiyi temsil eder. Kendi hareketsizliği ve sahnenin dışında kalmış olması Sabiha’nın eylem insanı oluşunu daha da vurgular. Her şeyin sonunda Cemal, sahnenin dışındayken ve hep orada kalacağının işaretlerini verirken; Sabiha’nın sahneye çıkan ilk Türk kadını oluşu da bu bağlamda dikkate değerdir.  


Dipnotlar


1 Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, 13. bs. Dergâh Yayınları, İstanbul 2013, s.11. 
age, s.12. 
3age, s.12. 
age, s.117. 
age, s.125. 
age, s.183. 
age, s.221. 
age, s.222 
age, s.226. 
10 age, s.277. 
11 age, s.277. 
12 age, s.290. 
13 Nurdan Gürbilek, Kör Ayna, Kayıp Şark (Edebiyat ve Endişe), Metis Yayınları, İstanbul 2007, s.136. 


Kaynakça

1. Gürbilek, Nurdan. Kör Ayna, Kayıp Şark (Edebiyat ve Endişe), Metis Yayınları, İstanbul 2007. 
2. Tanpınar, Ahmet Hamdi. Sahnenin Dışındakiler, 13. bs, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013. 
3. ____________________. XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, 3. bas, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008. 
4. ___________________. Edebiyat Üzerine Makaleler, 8. bs, Dergâh Yayınları, İstanbul 2007. 
5. ___________________. Edebiyat Dersleri, Haz. Abdullah Uçman, Dergâh Yayınları, İstanbul 2013. 


Tanpınar hakkında yayımlanmış diğer yazılar için bakınız



15 Mayıs 2018 Salı

“BİR KÜLTÜR BİR İNSAN: AHMET HAMDİ TANPINAR VE EDEBİYATIMIZA BAKIŞLAR” ÜZERİNE NOTLAR

“BİR KÜLTÜR BİR İNSAN: AHMET HAMDİ TANPINAR VE EDEBİYATIMIZA BAKIŞLAR[1]” ÜZERİNE NOTLAR     

20. yüzyıl Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ders notları esas alınarak hazırlanan bu kitabın yazarı Turan Alptekin[2], Tanpınar’ın İstanbul Üniversitesi Türkoloji Bölümü’ndeki asistanı… Genel olarak dört bölümden oluşan kitap, 176 sayfadır. “Giriş” bölümü, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı tanıtma ve edebiyatımızdaki yeri ve önemini belirtme amacını taşır. Kitabın esas kısmı “Ahmet Hamdi Tanpınar ve Edebiyatımıza Bakışlar” ise kendi içinde altı bölümden oluşur: “Türk Edebiyatında Meseleler, Eserler ve Şahsiyetler, Roman ve Meseleleri, Tiyatro ve Meseleleri, Son Dersler ile Tercüme ve Birkaç Not”. Bitiş bölümüyle de kitap sona erer.
Turan Alptekin’in hem ders notları hem Tanpınar’ın konuşmalarından derlediği bu kitap, derin bir bilgi kaynağı olması yönüyle önemlidir şüphesiz. Ama kitabın ilginç yanı, Tanpınar’ın derslerinin öğrenci elinden çıkan notlarla okuyucuya ulaşması. Notlar, okuyucuda o dersi dinliyormuş hissi uyandırır. Dahası, Turan Alptekin, Tanpınar’ın yaşamının son gününe dek yakınındaki biri. Ölümünden önce, onu acilen doktora götüren kişi. Hatta, Tanpınar’ın “oğlum sayılır” dediği bir öğrencisi ve asistanı… Dolayısıyla kitapta ders notlarının yanında Tanpınar’ın yaşamından ve yaptığı çalışmalardan da izler var. Tanpınar’ın “katı çizgileri yumuşatan ve birleştiren, ruhları bir potada eritip şekillendiren konuşmaların sırları”nı içeren bu derslerinde neler yok ki… Namık Kemâl ve edebiyatımızda dönemler problemi, Ziya Paşa ve Tanzimat, edebiyatımızda nesiller meselesi, şiir ve nesir, roman meseleleri, Edebiyat-ı Cedîde ve milli roman, Türkçüler ve romantizm, tiyatro; tür ve terminoloji…[3]
Kitabın çok önemli yanlarından biri de Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sanatçı kişiliğini ortaya çıkarmasıdır. Ayrıca derslerin hemen hemen hepsi karşılaştırmalı olarak verilir. Türk Edebiyatının gelişim süreci, batı edebiyatıyla kıyas içinde anlatılır. Notlar, Fransızca ağırlıklıdır. Tanpınar’ın bütün yönleri kitapta bulunabilir: Şair, yazar, münekkit, karşılaştırmalı edebiyatçı, akademisyen… Ünlü yazarın derslerini dinlemiş, edebiyat sohbetlerinde yer almış, ölümüne dek yanında ve yakınında bulunmuş Turan Alptekin’in titiz bir çalışmayla kaleme aldığı bu kitap, kelimelerden bir âlem yaratma peşinde, çevresi ve geçmişi ile konuşan bir eşsiz insanın dünyasına, “şahsî masalı”na, kendi ifadesiyle söylersek, “fikrî hayatın eşiği olan tenkit” aracılığıyla girmek için bulunmaz ve önemli bir eser.[4]



      




[1] Turan Alptekin, Bir Kültür Bir İnsan: Ahmet Hamdi Tanpınar ve Edebiyatımıza Bakışlar, Nakışlar Yayınevi, İstanbul 1975.
[2] Turan Alptekin 1923 yılında doğdu. 1958’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji Bölümü’nü bitirdi. 1954 yılından başlayarak Tanpınar’ın yanında şiirin ve yazışın gizlerini öğrenmeye çalıştı; konuşmalarını dinledi; eserlerinin ve yazılarının yayımlarında yardımcı olma fırsatını buldu. Çalışmaları arasında, kompozisyon öğretimi ve Türk Edebiyatı üzerine makale ve incelemeleri yanında, Türkoloji alanında çevirileri de bulunmaktadır.
[3] Turan Alptekin, Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kültür, Bir İnsan, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, Ekim 2010.
[4] Turan Alptekin, Ahmet Hamdi Tanpınar: Bir Kültür, Bir İnsan, İletişim Yayınları, 3 baskı, İstanbul, Ekim 2010.

DOSTOYEVSKİ’NİN SUÇ VE CEZA ADLI ROMANINDA YEME VE İÇME EYLEMLERİNİN İNCELENMESİ


                                                                                                                         
GİRİŞ
Dil Nedir?
Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç; kendi kuralları içinde yaşayan ve gelişen canlı bir varlık; milleti birleştiren, koruyan ve onun ortak malı olan sosyal bir kurum; seslerden örülmüş mükemmel bir yapıdır.
 Dilin önemini, değerini, gücünü ve insan yaşamındaki yerini iyice kavrayabilmek için bir an yeryüzünde dil adını verdiğimiz düzenin olmadığını ve insanoğlunun konuşma yeteneğinden mahrum olduğunu varsayalım; “Öteki insanlarla birlikte bir toplum oluşturmamız, o toplumun bireyi olarak yaşamamız, düşünce ve isteklerimizi belirtmemiz çok büyük ölçüde güçleşecek, eksik, güdük bir anlaşma ortamı sağlayan birtakım jest ve mimiklerle, bağırma biçimindeki seslerle sınırlı kalacaktı.”[II] Şüphesiz dil her şeyden önce bir anlaşma aracıdır. Dil canlı bir vasıta gibidir. İnsanlara hizmet eder; ama onların keyiflerine tâbi değildir. İnsanın, dilini hiç bilmediği bir ülkede karşılaşacağı güçlük ve çekeceği sıkıntılar dilin insan için ne kadar önemli olduğunu en güzel şekilde ortaya koyar.
Dilin kendine özel birtakım kuralları vardır. Dil kuralları, dilin kuruluşunu, dilin yapısının biçimini gösterirler. Dilin oluşunu, hayatını ve gidişatını bu kurallar düzenler ve yönetir. “Dil bu kanunlar çerçevesinde yaşayan canlı bir varlıktır.”[III] Dil bazı insanların veya zümrelerin değil, bütün bir milletin ortak malıdır. Bir milletin, bir vatanın dili onun her bölgesinde, her yerinde geçerli ortak memleket dilidir.
İnsanoğlu dil aracılığıyla yalnızca isteklerini değil, yapmayı planladığı şeyleri, duygularını dert ve neşelerini söze ve yazıya dönüştürebilir, insanları etkileyebilir, yönlendirebilir, çığırlar dönemler açabilir. “Dilin erişemeyeceği, anlatamayacağı düşünce, duygu yoktur; yeter ki gerekli anlatım gücüne sahip olunsun.”[IV] Dil yalnızca düşünceyi söze, yazıya dönüştürmekle kalmamakta, aynı zamanda onu biçimlendirmekte, etkilemektedir de. Dil sosyal ve milli bir kurumdur; dolayısıyla milleti oluşturan unsurların başında gelir.
Dil, seslerden müteşekkildir. Sesler yan yana gelerek sözcükleri ve sözcük öbeklerini meydana getirirler. Bu sesler elbette ki insan sesleridir. Dil bir milletin diğer milletlerden farklı olan terennümü ve konuşmasıdır. Dil bir milletin ses dünyasıdır. Dil düşüncenin aynasıdır. Onun için dil bir milletin düşünce sistemini gösterir. İkinci olarak dil milli hafızanın, milli hatıraların, duyguların ve düşüncelerin, bütün maddi ve manevi değerlerin, bütün buluş ve yaratışların müşterek hazinesidir.”[V] Dil insanları birbirine bağlayan bir bağdır.
Özetle dil millet denilen insan topluluğunun en önemli sosyal varlığıdır. Dil insana özgü bir yetenektir. İnsan zihnine yerleşmiş bir dile ait düzenin işleyişi konusu bugüne kadar yeterince aydınlatılamamıştır. Dilin işleyişi birçok ilkeye bağlıdır. Dil esas itibariyle ve ilk bakışta cümlelerden, sözcük gruplarından ve sözcüklerden ibarettir.
Ses ve Harf Nedir?
Ses parçalanamayan en küçük dil birliğidir. “En küçüğünden en büyüğüne kadar bütün dil birlikleri seslerden yapılır.”[VI] Seslerin tek başına anlamları yoktur. Sesler söylenilen, ağızdan çıkan, işitilen, yani konuşulan küçük dil birlikleridir; dili yazıya geçirmek için bu küçük birlikler birtakım işaretlerle karşılanır, bu işaretlere harf denir. Sesler yan yana gelerek sözcükleri meydana getirirler.
Sözcük Nedir?
“Bir veya birden çok heceli ses öbeklerinden oluşan ve tek başlarına zihindeki belirli kavramlara karşılık olan somut veya soyut söz kalıplarına Sözcük denir. Dilin sözcükleri ya anlamlı ya da görevli dil birimlerinden oluşmuştur.”[VII]
Eylem Nedir?
Şekil bilgisinin addan sonra en önemli ögesi olan eylemler, iş ve hareket bildiren önemli sözlerdir. Eylemler, karşıladıkları hareketlerle zaman ve mekân kapsamı içinde, somut ve soyut nesne ve kavramlarla ilgili her türlü oluş, kılış, kılınış ve durumları bildirirler: al-, başla-, büyü-, getir-, ört-, tut-, uza-, yar-, yeşer- gibi.
Gramer konuları ne türlü bir sınıflandırmadan geçirilirse geçirilsin, bunların hepsinde eylemin yer aldığı görülür. Demek ki eylem, dilin vazgeçilmez temel birimidir. “Adlar gramer açısından kendi başlarına birer bağımsız nitelik taşıyan canlı, cansız, somut, soyut varlık ve nesnelerle kavramları karşılayan sözler oldukları hâlde, fiiller bağımsız değil, bağımlı söz türleridir. Çünkü bunlar tek başlarına kullanılamazlar. Karşıladıkları iş ve hareketler, ancak adlarla olan ilişkileri ile ortaya çıkar.”[VIII]
Yeme İçme Eylemleri
Yeme içme, türlü yiyecek ve içeceklerle beslenme anlamına gelir.
Yemek Nedir?
Birçok anlamda kullanılabilen bu kelime bizim incelememizde de soyut, somut ve mecaz anlamlarda kullanılmıştır. Başlıca anlamlarını şu şekilde sıralayabiliriz:
İsim olarak Yemek Sözcüğü:
-Yemek yeme, karın doyurma işi.
-Yenmek için pişirilip hazırlanmış yiyecek, aş, taam.
-Günün belirli saatlerinde yenilen besin.
-Çağrılıları ve konukları yemekle ağırlama.
Eylem olarak Yemek Sözcüğü:
-Ağızda çiğneyerek yutmak.
-Aşındırmak, kemirmek, oymak, delmek.[IX]
İçmek Nedir?
İçmek eylemi de farklı anlamları karşılayabilmektedir. Bunlardan bazıları şunlardır:
-Bir sıvıyı ağza alıp yutmak.
-Sigara, nargile vb. nin dumanını içe çekmek.
-Bir şey, bir sıvıyı içine çekmek, emmek.[X]

SUÇ VE CEZA’DA GEÇEN YEME İÇME EYLEMLERİ
Dünya edebiyatının en çok okunan, en büyük romanlarından biri olarak kabul edilen Suç ve Ceza’nın ilk iki yüz sayfasını değerlendirdiğim bu incelemede Bordo Siyah Klasik Yayınlar Yayınevi’nin İstanbul 2007 basımını esas aldım. Romanda incelediğim yeme içme eylemleri toplam 83 fişte topladım.
A. YEME EYLEMLERİ
Yedi grupta incelediğim yeme eylemleri aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır:
a. Yeme Eyleminin Gerçekleşmemesi Durumu: Bu grupta yeme eylemi gerçekleşmemiştir ya da gerçekleşememektedir. İhtiyari veya gayr-i ihtiyari olarak bu eylem gerçekleşmez. Burada 12 cümle içersinde geçen yeme eylemlerine dikkat çekmek istiyorum. Bu eylemler şunlardır:
×         Herhalde dünden beri bir şey yememiş olacaksın. (s.178)
×         Ev sahibesi kadın yemeğini keseli iki hafta oluyordu. (s.67)
×         Ah efendim, çocukların üç günden beri bir lokma ekmek bulamadıkları bir durumda, kızcağız ne yiyip içebilirdi ki? (s.53)
×         Günlerdir boğazından hiçbir şey geçmemiş olan çocukları ağlaşıyorlardı… (s.54)
×         Çocuklar ağlaşınca, açlıktan ağlaşsalar bile hemen onları dövmeye kalkar. (s.54)
×         Aç oturduğu halde, şu ana kadar gidip kadınla görüşmeyi aklına bile getirmemişti. (s.67)
×         Üç gündür ağzına lokma koymamış gibi büyük bir iştahla yemeye başladı. (s.184)
×         Sonra sığır eti de yiyemez!.. (s.198)
×         Ağzına hemen hemen iki gündür hiçbir şey koymamıştı. (s.35)
×         Sonra bu ani halsizliğini açlığına verdi. (s.42)
×         Yalnız, ne yaptın da onu sana yemek yollamayacak bir hale getirdin? (s.187)
×         Elbette mantar, hıyar gibi şeyler veremezsiniz! (s.198)
b. Yeme Eylemine Zemin Hazırlayan Durumlar: Bu grupta henüz gerçekleşmeyen yeme eylemlerinden söz edebiliriz. Yemek yenmek üzeredir ve bununla alakalı eylemler kullanılmıştır. Bu grupta 8 cümlede geçen eylemlerden söz edebiliriz, bunlar:
×         Ona hastanın ne yediğini anlattılar ve neler verebileceklerini sordular. (s.198)
×         Eski yerine oturarak yemeğinin geri kalanını yemeye ve birasını içmeye koyulan Razumihin… (s.185)
×         Sonra da ekmeği ve kaşığı aldı, yemeye başladı. (s.118)
×         Bu yalanları, beni evden kovmasınlar, yemek versinler diye uydurmuştum. (s.188)
×         Sen yemek yiyecek misin, ondan haber ver? (s.179)
×         Şimdi bir şey yemek ister misin? (s.180)
×         Biraz bir şey yemez misin? (s.118)
×         Meyhaneye girerek bir kadeh votka içti, arasında bir şeyler olan bir börek aldı. (s.100)
c. Niteliğine Göre Yeme Eylemleri: Bu grupta yeme eylemlerini nitelik yönünden bir sınıfa tabi tuttuk. Yenilen, yenilecek olan veyahut yenilemeyen/yenmeyen yemeklerin türüne göre sıraladığımız eylemler 6 cümle halinde verilmiştir:
×         Şişko kadın çatur çutur fındık kırıp yiyor, gülüyor. (s.105)
×         Kadın çatur çutur fındık kırıp yiyor, ara sıra da gülüyordu. (s.104)
×         Boşuna arpa yiyor. (s.103)
×         Böreğini sokakta bitirdi. (s.100)
×         Kuru ekmekle kalkar sofradan. (s.51)
×         Elbette mantar, hıyar gibi şeyler veremezsiniz! (s.198)
d. Niceliğine Göre Yeme Eylemleri: Bu grupta yeme eylemlerini nicelik yönünden bir sınıfa tabi tuttuk. Elbette ki nicel derken sayı ve miktar akla gelmekte fakat biz burada belirsiz olan ve akla miktar getiren sözcükleri de bu sınıfta değerlendirdik. Bu grupta toplam 3 cümle bulunmaktadır. Şöyle ki:
×         Üç gündür ağzına lokma koymamış gibi büyük bir iştahla yemeye başladı. (s.184)
×         Az ve iştahsız yedi, adeta mekanik bir hareketle üç dört kaşık çorba içti. (s.118)
×         Günlerdir boğazından hiçbir şey geçmemiş olan çocukları ağlaşıyorlardı. (s.54)
e. Mecaz Anlamda Kullanılan Yeme Eylemleri: Bu grupta değerlendirdiğimiz eylemler şekilce yeme eylemidir fakat anlamca başka şeyler çağrıştırmaktadır. Bu sınıfta deyimler de yer almaktadır. Şekilce farklı olan fakat anlamca yeme eylemini karşılayan sözcükler de bu grupta değerlendirilmiştir. Bu grupta 5 cümle verilmiştir:
×         Varsınlar birbirlerini çiğ çiğ yesinler. (s.96)
×         Boşuna kendini yiyip bitirecektin. (s.72)
×         Aradığımı da buldum ve tattım (hakaret ve gözyaşı anlamında kullanılmıştır). (s.60)
×         Ağzına hemen hemen iki gündür hiçbir şey koymamıştı. (s.35)
×         Sonra bu ani halsizliğini açlığına verdi. (s.42)
f. Yeme Eylemi Gerçekleşirken Bulunulan Durum: Bu grupta değerlendirilen eylemler yeme eyleminin gerçekleştiği anda içinde bulunulan fiziksel/ruhsal durumla alakalıdır. İki cümlede değerlendireceğiz:
×         Üç gündür ağzına lokma koymamış gibi büyük bir iştahla yemeye başladı. (s.184)
×         Az ve iştahsız yedi, adeta mekanik bir hareketle üç dört kaşık çorba içti. (s.118)
g. Haber (Bildirme) Kiplerine Göre Yeme Eylemleri: Bu grupta da yukarıdaki sınıflandırmalar içinde değerlendirilemeyen eylemleri incelemeye çalışacağız. Yemek eylemleri bu grupta dört başlık altında incelenecektir:
1. Geniş Zamanda Kullanılan Yeme Eylemleri: Bu eylemlerde bir genel durum söz konusudur. Her zaman yapılan işlerde bu kip kullanılmıştır. Bu eylemler 6 cümle üzerinde inceleyelim:
×         Biraz bir şey yemez misin? (s.118)
×         Şimdi bir şey yemek ister misin? (s.119)
×         Kuru ekmekle kalkar sofradan. (s.51)
×         Sonra sığır eti de yiyemez. (s.198)
2. Şimdiki Zamanda Kullanılan Yeme Eylemleri: Bu eylemlerde o anda yapılan yeme eylemi söz konusudur:
×         Çünkü dört günden beri ne bir şey yiyorsun ne de içiyorsun! (s.181)
×         Boşuna arpa yiyor. (s.103)
×         Kadın çatur çutur fındık kırıp yiyor, ara sıra da gülüyordu. (s.104)
×         Sevgili Rodya, şimdi her gün burada böyle yemek yiyorum. (s.185)
×         Şişko kadın çatur çutur fındık kırıp yiyor, gülüyor. (s.105)
3. Gelecek Zamanda Kullanılan Yeme Eylemleri: Burada ya yeme eylemi henüz gerçekleşmemiştir ya da eylem şeklen bu kipte çekimlenmiştir:
×         Sen yemek yiyecek misin, ondan haber ver? (s.179)
4. Geçmiş Zamanda Kullanılan Yeme Eylemleri: Bu grupta da yeme eylemi daha önce gerçekleşmiştir. Burada hem Görülen Geçmiş Zaman hem de Duyulan Geçmiş Zaman kiplerine yer vereceğiz:
×         Ağzına hemen hemen iki gündür hiçbir şey koymamıştı. (s.35)
×         Aradığımı da buldum ve tattım. (s.60)
×         Ona hastanın ne yediğini anlattılar ve neler verebileceklerini sordular. (s.198)
×         Bir şeyler yedi mi? (s.198)
×         Herifin biri yemek yemiş, parasını vermek istememiş. (s.158)
×         Böreğini sokakta bitirdi. (s.100)

B. İÇME EYLEMLERİ
Yedi grupta incelediğim içme eylemleri aşağıdaki gibi sınıflandırılmıştır:
a. İçme Eyleminin Gerçekleşmemesi Durumu: Bu grupta içme eylemi gerçekleşmemiştir ya da gerçekleşememektedir. İhtiyari veya gayr-i ihtiyari olarak bu eylem gerçekleşmez. Burada 4 cümle içersinde geçen içme eylemlerine dikkat çekmek istiyorum. Bu eylemler şunlardır:
×         Uzun zamandır votka içmemişti. (s.100)
×         Aşırı içki içebilir, ama ağzına bir damla koymadan da edebilirdi. (s.98)
×         Çaya hiç dokunmamıştı. (s.118)
×         Üstüne üslük susuzluktan yanıyordu. (s.42)
b. İçme Eylemine Zemin Hazırlayan Durumlar: Bu grupta henüz gerçekleşmeyen yeme eylemlerinden söz edebiliriz. Yemek yenmek üzeredir ve bununla alakalı eylemler kullanılmıştır. Bu grupta11 cümlede geçen eylemlerden söz edebiliriz, bunlar:
×         Daha bir hafta önce kavga ettiği ev sahibemiz Amaliya Fyodorovna’yı kahve içmeye çağırdı. (s.57)
×         Nastasya’cığım, bira ister misin? (s.185)
×         Çay içer miydin? (s.148)
×         Dur hele Nikolay, bir şey içmeyecek misin? (s.204)
×         Eski yerine oturarak yemeğinin geri kalanını yemeye ve birasını içmeye koyulan Razumihin… (s.185)
×         Ondan ‘iki banknot’ almış, evine dönerken kötü bir meyhaneye uğrayıp bir çay ısmarlamış ve derin birtakım düşüncelere dalmıştı. (s.113)
×         Bardağına içki koydu, hepsini içti ve duraksadı. (s.47)
×         Bir bira istedi. (s.42)
×         Canı soğuk bir bira içmek istedi. (s.42)
×         Kendisini iyi karşıladık, kahve ikram ettik. (s.75)
×         Sağ eliyle de bir kaşık çorba alıp, yanmasın diye önceden birkaç kez üfledikten sonra arkadaşının ağzına götürdü. (s.184)
c. Niteliğine Göre İçme Eylemleri: Bu grupta içme eylemlerini nitelik yönünden bir sınıfa tabi tuttuk. İçilen, içilecek olan veyahut içilemeyen/içilmeyen içeceklerin türüne göre sıraladığımız eylemler 6 cümle halinde verilmiştir:
1. Alkolsüz İçecekler Kullanılarak Oluşturulmuş Eylemler: Bu sınıfta içme eylemiyle birlikte kullanılan içilen nesneler niteliklerine göre alkolsüzdür. Bu grupta 10 cümle inceleyeceğiz:
×         Anlaşılan iskambil oynuyorlar, çay içiyorlardı. (s.62)
×         Herkes yemek yiyor, Raskolnikov ise sürekli su içiyor, hem de oracıkta, yanı başında şırıl şırıl akan bir ırmaktan su içiyordu. (s.118)
×         Bir parti bilardo oynamış, şimdi de çay içmeye koyulmuşlardı. (s.113)
×         Yalnız bir yudum soğuk su içtiğini ve maşrapadaki suyu da göğsüne boşalttığını biliyordu. (s.179)
×         Çay içer miydin? (s.148)
×         Yalnız birkaç kaşık çay içirebildik. (s.181)
×         On kaşık kadar çay içtikten sonra, birdenbire başını kurtardı. (s.185)
×         … çay kaşığıyla ona çay içirmeye başladı. (s.185)
×         Nastasya, çay tabağını elinde tutuyor, çayını ‘kıtlama’ içiyordu. (s.186)
×         Daha bir hafta önce kavga ettiği ev sahibemiz Amaliya Fyodorovna’yı kahve içmeye çağırdı. (s.57)
2. Alkollü İçecekler Kullanılarak Oluşturulmuş Eylemler: Bu grupta hem alkollü içkinin türünün belirtildiği cümleler hem de sadece içme eylemi kullanılmış fakat anlamca alkollü bir içki içildiği anlaşılan cümleler inceleyeceğiz:
2a. Yalnızca İçme Eylemi Kullanılanlar: Bu grupta ‘içki’ kelimesi geçmeden içmek eylemi kullanılmıştır. Anlamdan çıkarılan sonuca göre içilen nesnenin alkollü bir içki olduğu anlaşılmaktadır. Bu grupta 9 cümle inceleyeceğiz:
×         Ne kadar çok içersem öylesine çok hissediyorum. (s.50)
×         İçiyorum, çünkü acı çekmek istiyorum. (s.50)
×         İçmiştim çünkü. (s.205)
×         Sen de onunla içtin ha! (s.64)
×         İşte içiyorum, içtim bile! (s.59)
×         Kendini salmış, bitkin bir hali vardı, ama içtikçe çenesi açılıyordu. (s.56)
×         Sen de onunla içtin, değil mi? (s.64)
×         Sonra birdenbire kadehini hızlı hızlı doldurdu, bir yudumda içti. (s.54)
×         Herhalde bir yerlerde içirip tuzağa düşürmüşler. (s.93)
2b. Alkollü Bir İçki İçildiği Açıkça Belli Olan Eylemler: Bu grupta sadece ‘içki’ sözcüğü geçen cümleler, mecaz anlamlı içme eylemleri ve özel adlarıyla alkollü içecek isimleri verilenler mevcuttur. Bu maddeyi de iki sınıfa ayırmak mümkündür:
×         ‘İçki’ Sözcüğü İçerenler:
×         Bardağına içki koydu, hepsini içti ve duraksadı. (s.47)
×         Bu yüzden topu topu bir kadeh içmiş olmasına rağmen, içki hemen etkisini gösterdi. (s.100)
×         Arada bir önündeki içkisinden bir yudum alarak çevresindekilere göz atıyordu. (s.42)
×         Aşırı içki içebilir, ama ağzına bir damla koymadan da edebilirdi. (s.98)
×         İçkide acı ve duygu aradığım için içiyorum. (s.50)
×         Mecaz Anlamlı İçme Eylemleri:

×         Duneçka, özellikle Svidrigaylov, ordudan kalma bir alışkanlıkla kafayı çektiği zamanlar, kendini pek mutsuz hissediyordu. (s.171)
×         İlk bardağı hırsla yuvarladı. (s.42)
×         Kendimi içkiye verdim. (s.52)
×         Bu Nikolay, içici bir adam olmamasına rağmen ara sıra kafayı çekmesini sever. (s.203)
×         Üst üste iki kadeh yuvarladı, paranın üstünü cebine atarak çıkıp gitti. (s.203)

×         İçkinin Türüne Göre İçme Eylemleri:
a. Votka:
×         Meyhaneye girerek bir kadeh votka içti, arasında bir şeyler olan bir börek aldı. (s.100)
×         Uzun zamandır votka içmemişti. (s.100)
b. Bira:
×         Canı soğuk bir bira içmek istedi. (s.42)
×         Bir bira istedi. (s.42)
×         Eski yerine oturarak yemeğinin geri kalanını yemeye ve birasını içmeye koyulan Razumihin… (s.185)
×         Nastasya’cığım bira ister misin? (s.185)
×         İçinde bir bardak kadar bira kalmış şişeyi aldı, göğsündeki ateşi söndürmek ister gibi hepsini bir yudumda büyük bir hazla içti. (s.192)
3. Yoğun Kıvamlı İçecekler Kullanılarak Oluşturulmuş Eylemler: Burada bahsi geçen içecek türü çorca vs. dir:
×         Delikanlı, getirilen çorbayı içmeye koyuldu. (s.67)
×         Az ve iştahsız yedi, adeta mekanik bir hareketle üç dört kaşık çorba içti. (s.118)
4. Dumanı İçe Çekilerek Gerçekleşen İçme Eylemleri:
×         Bu haline bakmadan, yanında sigara içiyorum diye de bana kafa tutuyor. (s.159)
×         Üstelik de bağırıp çağırmakla, sigara içmekle hepimizi hiçe sayıyorsunuz! (s.154)
d. Niceliğine Göre İçme Eylemleri: Bu grupta içme eylemlerini nicelik yönünden bir sınıfa tabi tuttuk. Elbette ki nicel derken sayı ve miktar akla gelmekte fakat biz burada belirsiz olan ve akla miktar getiren sözcükleri de bu sınıfta değerlendirdik. Bu grupta toplam 16 cümle bulunmaktadır. Şöyle ki:
×         İçinde bir bardak kadar bira kalmış şişeyi aldı, göğsündeki ateşi söndürmek ister gibi hepsini bir yudumda içti. (s.192)
×         Sonra, ikinci ve üçüncü kaşıkları da yuttu. (184)
×         Aşırı içki içebilir, ama ağzına bir damla koymadan da edebilirdi. (s.98)
×         Arada bir önündeki içkisinden bir yudum alarak çevresindekilere göz atıyordu. (s.42)
×         Ama Razumihin birkaç kaşık içirdikten sonra birdenbire durdu. (s.184)
×         On kaşık kadar çay içtikten sonra, birdenbire başını kurtardı. (s.185)
×         Sonra birdenbire kadehini hızlı hızlı doldurdu, bir yudumda içti. (s.54)
×         Meyhaneye girerek bir kadeh votka içti, arasında bir şeyler olan bir börek aldı. (s.100)
×         Raskolnikov büyük bir istekle ilk kaşığı içti. (s.184)
×         Yalnız birkaç kaşık çay içirebildik. (s.181)
×         Bu yüzden, topu topu bir kadeh içmiş olmasına rağmen, içki hemen etkisini gösterdi. (s.100)
×         Üst üste iki kadeh yuvarladı, paranın üstüne cebine atarak çıkıp gitti. (s.203)
e. Mecaz Anlamda Kullanılan İçme Eylemleri: Bu grupta değerlendirdiğimiz eylemler şekilce içme eylemidir fakat anlamca başka şeyler çağrıştırmaktadır. Bu sınıfta deyimler de yer almaktadır. Şekilce farklı olan fakat anlamca yeme eylemini karşılayan sözcükler de bu grupta değerlendirilmiştir. Bu grupta 9 cümle verilmiştir:
×         Mitrey bana, Nikolay’ın kendini içkiye verdiğini, şafak sökerken sarhoş bir halde eve geldiğini… (s.204)
×         Aradığımı da buldum ve tattım. (s.60)
×         Bu Nikolay, içici bir adam olmamasına rağmen ara sıra kafayı çekmesini sever. (s.203)
×         Kendimi içkiye verdim. (s.52)
×         İlk bardağı hırsla yuvarladı. (s.42)
×         Çaya hiç dokunmamıştı. (s.118)
×         Üstüne üslük susuzluktan yanıyordu. (s.42)
×         Duneçka, özellikle Svidrigaylov, ordudan kalma bir alışkanlıkla kafayı çektiği zamanlar, kendini pek mutsuz hissediyordu. (s.71)
×         Üst üste iki kadeh yuvarladı, paranın üstünü cebine atarak çıkıp gitti. (s.203)
f. İçme Eylemleri Gerçekleşirken Bulunulan Durum: Bu grupta değerlendirilen eylemler içme eyleminin gerçekleştiği anda içinde bulunulan fiziksel/ruhsal durumla alakalıdır. İki cümlede değerlendireceğiz:
×         Nastasya, çay tabağını elinde tutuyor, çayını ‘kıtlama’ içiyordu. (s.186)
×         Az ve iştahsız yedi, adeta mekanik bir hareketle üç dört kaşık çorba içti. (s.118)
×         İlk bardağı hırsla yuvarladı. (s.42)
×         Duneçka, özellikle Svidrigaylov, ordudan kalma bir alışkanlıkla kafayı çektiği zamanlar, kendini pek mutsuz hissediyordu. (s.71)
×         İçinde bir bardak kadar bira kalmış şişeyi aldı, göğsündeki ateşi söndürmek ister gibi hepsini bir yudumda içti. (s.192)
×         Arada bir önündeki içkisinden bir yudum alarak çevresindekilere göz atıyordu. (s.42)
×         Raskolnikov büyük bir istekle ilk kaşığı içti. (s.184)
g. Haber (Bildirme) Kiplerine Göre İçme Eylemleri: Bu grupta da yukarıdaki sınıflandırmalar içinde değerlendirilemeyen eylemleri incelemeye çalışacağız. İçme eylemleri bu grupta dört başlık altında incelenecektir:
1. Geniş Zamanda Kullanılan İçme Eylemleri: Bu eylemlerde bir genel durum söz konusudur. Her zaman yapılan işlerde bu kip kullanılmıştır. Bu eylemler 2 cümle üzerinde inceleyelim:
×         Çay içer miydin? (s.148)
×         Nastasya’cığım, bira ister misin? (s.185)
2. Şimdiki Zamanda Kullanılan İçme Eylemleri: Bu eylemlerde o anda yapılan içme eylemi söz konusudur:
×         Bu haline bakmadan, yanında sigara içiyorum diye de bana kafa tutuyor. (s.159)
×         Herkes yemek yiyor, Raskolnikov ise sürekli su içiyor, hem de oracıkta, yanı başında şırıl şırıl akan bir ırmaktan su içiyordu. (s.118)
×         Anlaşılan iskambil oynuyorlar, çay içiyorlardı. (s.62)
×         İşte içiyorum, içtim bile!.. (s.59)
×         İçiyorum, çünkü acı çekmek istiyorum. (s.50)
×         Nastasya, çay tabağını elinde tutuyor, çayını ‘kıtlama’ içiyordu. (s.186)
3. Gelecek Zamanda Kullanılan İçme Eylemleri: Burada ya içme eylemi henüz gerçekleşmemiştir ya da eylem şeklen bu kipte çekimlenmiştir:
×         Dur hele Nikolay, bir şey içmeyecek misin? (s.204)
4. Geçmiş Zamanda Kullanılan İçme Eylemleri: Bu grupta da yeme eylemi daha önce gerçekleşmiştir. Burada hem Görülen Geçmiş Zaman hem de Duyulan Geçmiş Zaman kiplerine yer vereceğiz:
×         Kendisini iyi karşıladık, kahve ikram ettik. (s.75)
×         Bu yüzden, topu topu bir kadeh içmiş olmasına rağmen, içki hemen etkisini gösterdi. (s.100)
×         Yalnız birkaç kaşık çay içirebildik. (s.181)
×         Meyhaneye girerek bir kadeh votka içti, arasında bir şeyler olan bir börek aldı. (s.100)
×         Sonra birdenbire kadehini hızlı hızlı doldurdu, bir yudumda içti. (s.54)
×         Sonra ikinci ve üçüncü kaşıkları da yuttu. (s.184)
×         Üst üste iki kadeh yuvarladı, paranın üstünü cebine atarak çıkıp gitti. (s.203)
×         Çaya hiç dokunmamıştı. (s.118)
×         Sen de onunla içtin, değil mi? (s.64)
×         Uzun zamandır votka içmemişti. (s.100)
×         Sen de onunla içtin ha! (s.64)
×         İçmiştim çünkü. (s.205)
C. YEME İÇME EYLEMLERİNİN BİRLİKTE KULLANILDIĞI DURUMLAR
Burada yeme ve içme eylemleri ikileme ya da buna benzer şekillerde yer alırlar. Sadece yeme veya sadece içme eylemi barındırmadıkları için bu cümleleri farklı bir sınıfta değerlendirdik.
a. Şekilce Yeme İçme Eylemlerinin Birlikte Kullanıldığı Durumlar: Bu sınıfta yeme içme eylemleri kelime itibariyle cümlede mevcuttur. Bu durumu dört cümlede inceleyeceğiz:
×         Evimizde bedavadan yiyip içip yatıyor, ısınıyorsun! (s.53)
×         Ne yiyip ne içiyoruz… (s.52)
×         Çünkü dört günden beri ne bir şey yiyorsun ne de içiyorsun! (s.181)
×         Ah efendim, çocukların üç günden beri bir lokma ekmek bulamadıkları bir durumda, kızcağız ne yiyip içebilirdi ki? (s.53)
b. Anlamca Yeme İçme Eylemlerinin Birlikte Kullanıldığı Durumlar: Bu sınıfta da şeklen yeme ve içme eylemi yoktur ancak sözcüğün anlamı bize bunu çağrıştırmaktadır. Bu durumu tek örnekle belirtmeye çalışacağız:
×         Ne şanssızlık, ben de bugün yeni eve taşınmanın şerefine arkadaşlara bir ziyafet çekiyorum. (s.198)
D. EYLEMLERİN BELİRSİZ OLDUĞU DURUMLAR
Bu sınıfta da eylemlerin hem yeme hem de içme özellikleri olduğu durumlar söz konusudur. Ancak hangisinin olduğunu kestiremediğimiz için bu grupta değerlendirmeyi uygun gördük. Bu durum için de tek örnek vermekle yetineceğiz:
×         Kadın bana yürekten ikramda bulunuyor. (s.185)
SONUÇ
Dostoyevski’nin Suç ve Ceza adlı romanının ilk iki yüz sayfasından yola çıkarak hazırlamış olduğumuz incelemede yeme içme eylemlerinin birçok farklı anlama gelebileceğini ve şeklen farklı görünen eylem ya da isimlerin de yeme ve içmeyle alakalı olabileceğini gördük. Yeme ve içme eylemlerini farklı sınıflarda ve alt başlıklarla birlikte değerlendirdik. Toplam 83 fişte topladığımız yeme içme eylemlerini genel hatlarıyla dört gruba ayırdık. Bu grupları da ayrılabileceği en küçük alt birimlere ayırdık. Ve gördük ki günlük hayatın çok içinde olan bu eylemler incelenmeye kalkışıldığında çok önemli ve farklı özelliklere sahip olabiliyorlar.



[I] Seda ÖZTÜRK, Afyon Kocatepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi.
[II] Prof. Dr. Doğan AKSAN, Türk Dili ve Edebiyatı Dil Anlam Sözcük, Anadolu Üniversitesi Yayınları, s.2.
[III] Prof. Dr. Muharrem ERGİN, Türk Dili, Bayrak Yayınları, s.8.
[IV] Prof. Dr. Doğan AKSAN, a.g.e. , s.4.
[V] Prof. Dr. Muharrem ERGİN, a.g.e. , s.20.
[VI] Prof. Dr. Muharrem ERGİN, a.g.e. , s.73.
[VII] Prof. Dr. Zeynep KORKMAZ, Türkiye Türkçesi Grameri (Şekil Bilgisi), Türk Dil Kurumu Yayınları:827, s.6.
[VIII] Prof. Dr. Zeynep Korkaz, a.g.e. , s.527.
[IX] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998
[X] Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1998

YERALTI

YERALTINDAN NOTLAR HAKKINDA                        GİRİŞ             Romanın ortaya çıkışı Avrupa’nın Rönesans’la yaşadığı bü...